Paylaşım TarihiMart 31, 2023
İklim değişikliğiyle mücadele ve düşük karbonlu kalkınma kapsamında geliştirilen düzenlemeler pek çok sektörü ve alanı yakından ilgilendirmektedir. Söz konusu gelişmelerden en çok etkilenen sektörlerden birisi demir-çeliktir ve demir-çelik sektöründeki karbonsuzlaşma seçenekleri bir önceki blog yazısında ele alınmıştır.1 Bu bölümde, beklenen dönüşüm yolculuğunda sektörün karşılaşabileceği darboğazlara ve risklere değinilecektir.
Demir-çelik sektörünün karmaşık yapısı sebebiyle yeşil dönüşüm; teknoloji değişimi, proses iyileştirmeleri, enerji sistemleri benzeri girdi faktörlerinin yenilenmesi gibi adımların bütüncül bir çerçevede gerçekleşmesini gerektirmektedir. Bu da birçok sektörün olduğu gibi çelik sektörünün de şimdiye kadar kullanılan teknoloji ve prosesleri kısmen veya tamamen değiştirmeye ihtiyaç duyduğu anlamına gelmektedir. Bu denli köklü bir değişime giden yolda süreç optimizasyonları, iyileştirmeler ve yeni teknolojiler planlanırken dikkat edilmesi gereken en önemli hususlardan birisi de darboğaz ve riskleri belirleyerek proaktif bir yaklaşım benimsemektir.
Geleneksel cevher kaynaklı çelik üretiminden hurda merkezli çelik üretimine geçiş, emisyon azaltımında en etkili yöntemlerin başında gelmektedir. Tam da bu yüzden, düşük karbonlu ekonomiye geçiş sürecinde karşılaşılması en olası darboğazlardan birisi hurda arzının yetersiz kalmasıdır. Üretiminin %70’inden fazlasını -hurda kullanımı gerektiren- elektrik ark ocağı (EAO) yöntemiyle yapan Türkiye, hurda ihtiyacının büyük bir kısmını da ithalat ile karşılamaktadır. Ancak, hurdaya geçişin artması, hurdanın Çin ve Avrupa Birliği gibi bölgelerde stratejik konuma gelmesini beraberinde getirmekte ve giderek artan sayıda ülke, hurda ihracatını kısıtlama yoluna gitmektedir. Yakın dönemde Covid-19 veya Avrupa’da yaşanan enerji krizi gibi uluslararası gelişmeler tedarik zincirinde darboğazların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu tür durumlar, hurda arzının güvenliği açısından risk teşkil etmekte ve yerel hurda kaynaklarının önemini gözler önüne sermektedir.
Türkiye özelinde düşünüldüğünde, çelik hurdanın olabilecek en etkin şekilde kullanılması gittikçe öncelikli hale gelmektedir. Döngüsel ekonomi modelini de teşvik eden hurda toplama, ayrıştırma ve geri dönüşüm süreçlerinin iyileştirilmesi ve yüksek kalitede hurdanın temin edilebilmesine yönelik altyapının geliştirilmesi başlıca ihtiyaçlardır. Bu süreçte, küçük ölçekliler de dahil olmak üzere, hurda toplayıcılarının kayıt altına alındığı bir sistem geliştirilmesi ve hurda envanteri oluşturulması da önemlidir.
Küresel nihai enerji tüketimindeki yüksek payı ve emisyonlarının yoğunluğu sebebiyle, kaynak verimliliği ve proses dönüşümü gerektiren demir-çelik sektörüne yönelik yeni teknolojilerin sayısı giderek artmaktadır. Ancak geliştirilen teknolojilerin ülke koşullarına ve mevcut altyapıya uygun olmaması ciddi bir darboğaz olarak karşımıza çıkmaktadır. Özellikle yüksek azaltım potansiyeli barındıran yeşil hidrojen kullanımı ve karbon yakalama, kullanma ve depolama (CCUS) yöntemlerinin gerek teknik ve lojistik gerek ekonomik açıdan uygulanabilir seviyeye gelmesi için daha fazla altyapı yatırımına ve akademik çalışmaya ihtiyaç duyulmaktadır. Dönüşüm seçeneklerinin, özellikle maliyet açısından, mevcut enerji kaynakları ve uygulamalarla rekabet edebilecek duruma gelmesinin biraz daha zaman gerektireceği öngörülmektedir. Bu durum, bir diğer darboğazı daha gündeme getirmektedir. Gerçekçi ve etkili bir dönüşüm, kapsamlı araştırma ve geliştirme faaliyetleri ile mümkündür. Bu sebeple, üniversiteler, , sanayi şirketleri ve kamu kesimi arasındaki iletişim ve koordinasyonun güçlendirilmesi elzemdir. Özellikle pilot ölçekli uygulamalar için yapılacak iş birlikleri, teknolojilerin endüstriyel ölçekte uygulanabilir hale gelmesinin önünü açacaktır. Bunun sağlanamaması, uygulanabilir seçeneklerin hayata geçirilmesinin önünde engel teşkil edecektir.
Teknolojik darboğazların yanında, küresel ölçekte artış gösteren karbon fiyatlandırma mekanizmalarının Türkiye’de henüz uygulanmaması da sektör için bir risk oluşturmaktadır. Gündemde yerini koruyan ve 1 Ekim 2023 tarihinde başlaması öngörülen Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması (SKDM) gibi uygulamalar, ticarette eksen kayması ve rekabet gücünün kaybedilmesi riskleri beraberinde getirecektir. Emisyon Ticaret Sistemi (ETS) benzeri bir karbon fiyatlandırma mekanizmasının Türkiye’de de yürürlüğe alınması, özellikle Avrupa Birliği’ne yapılan ihracat hacminin korunması ve dış ticaretin devamlılığı açısından önemlidir. Ülkemizde pilot ETS çalışmalarının sürmesi, olası mali risklerin ve karbon vergisinin etkisinin hafifletilmesi yönünde olumlu bir gelişmedir.
Düşük karbonlu teknoloji seçenekleri genellikle yüksek yatırım maliyetleri gerektirdiğinden, en kritik ihtiyaçlardan birisi de odaklı ve teknolojik dönüşümü hedefleyen devlet teşvikleridir. Birçok ülkede ETS ve karbon vergisi gibi emisyon azaltımını esas alan çeşitli politika ve düzenlemeler yürürlüktedir. Bu düzenlemeler ulusal çapta toplam emisyonları azaltmak için etkili birer politika aracı olarak hizmet etseler de diğer yandan işletme maliyetlerini yükseltmekte, sektörde kar kaybı yaratmakta ve ekonomik büyümeyi yavaşlatabilmektedirler. Dolayısıyla, üreticiyi emisyon azaltımına yönlendirirken mali yükleri hafifletmek amacıyla devlet tarafından çeşitli sübvansiyonlar ve vergi teşviklerinin uygulanması, öncelikli satın almalar yoluyla üreticilerin desteklenmesi sıkça tartışılan önlemlerden bazılarıdır.
Çeşitli destek paketlerinin arasında en yaygın ve etkili olanlarından birisi, emisyon azaltım miktarına veya azaltılan emisyonların yatırım maliyetine dayalı sübvansiyonların kullanılmasıdır. Diğer yandan, Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu (AKÇT) serbest ticaret anlaşması gibi düzenlemeler teşvikler konusunda bir engel teşkil edebilmektedir. AKÇT, demir-çelik sektöründe şirketlere devlet teşviki verilmesini kısıtlayan bir anlaşmadır. Bu nedenle, AKÇT ve benzeri anlaşmaların kriterlerinde yeşil dönüşümü destekleyen teşviklere izin verilmesi gerekmektedir. Teşvik politikalarının etkisi analiz edilirken bütçe kısıtlamalarının yanında yeşil dönüşüme yönelen sektör aktörlerinin rekabet gücü gibi ekonomik etkilerin ele alınması da oldukça önemlidir.
Değinilmesi gereken bir diğer darboğaz, yeni teknolojilerin dijital dönüşüm ihtiyacını beraberinde getirmesi ve sektörde mevcut uygulamaların zaman zaman bu dönüşüme ayak uyduramaması riskidir. Mevcut durumda yaygın uygulama, demir-çelik prosesinde meydana gelen emisyonların kütle-dengesi sistemiyle hesaplanmasıdır. Ancak emisyonların etkin şekilde azaltılabilmesi için kaynak bazında izleme çalışmalarına ihtiyaç duyulmaktadır. Karbonsuzlaşma için izlenmesi gereken parametrelerin belirlenmesi ve giderek daha da önem kazanan dijital izleme sistemlerinin kurulması, bu alandaki öncelikli konulardan birisidir. Endüstri 4.0 sayesinde geleneksel izleme sistemlerinin yanı sıra işletme süreçlerinde de dönüşüm beklenmektedir. Ayrıca, Nesnelerin İnterneti (IoT) benzeri teknolojiler giderek daha fazla benimsenmekte ve dijital izleme sistemlerine olan talep artmaktadır. Bu durum, emisyonların süreç bazlı takibini kolaylaştıracak ve azaltım potansiyelinin daha sağlıklı belirlenmesini mümkün kılacaktır.
Sonuç olarak, tüm bu darboğaz ve risklerin zamanında tespit edilerek önlenmesi, bütüncül ve kapsamlı politika ve eylem planlarının geliştirilmesi ile yakından ilişkilidir. Hem sektöre hem dönüşüm teknolojilerine özgü araştırmalar ile mevcut durum ve gelişime açık noktalar tespit edilmeli, karbonsuzlaşma yolunda atılacak adımlar kısa, orta ve uzun vadede belirlenmeli ve bunlar gerekli projeksiyon çalışmaları ile desteklenmelidir. Uygun maliyetli yatırımları mümkün kılabilecek politika ve stratejiler geliştirilmesi de önem arz etmektedir. Böylelikle, finans sektörü de yeşil dönüşümün bir parçası olacak ve tüm paydaşların yer aldığı bir ekosistemle düşük karbonlu kalkınma mümkün hale gelecektir.
1) https://www.escarus.com/dusuk-karbonlu-kalkinma-ve-celik-sektoru-1-karbonsuzlasmada-genel-gorunum