Escarus

Çevre Etiği: Doğanın Korunmasında Ahlaki Yaklaşımlar

Paylaşım TarihiAğustos 15, 2024

Sanayi Devrimi’nin belli bir süre sonra küre geneline yayılması ve sanayileşmenin derinleşmesiyle birlikte atmosfere salınan CO2 (karbondioksit), SO2 (kükürt dioksit), NO2 (azot dioksit) ve NH3 (amonyak) gibi gazların insan sağlığı üzerindeki etkileri artmış, belli ülkelerde ise endişe verici boyutlara ulaşmıştır. Bu etkiler, öncelikle sanayileşmede mesafe kat eden ülkelerde görülmeye başlamıştır. Söz konusu tespite 20. yüzyılın ilk yarısından çeşitli örnekler verilebilir, ancak asıl dikkat çekici gelişmeler yüzyılın ikinci yarısında görülmüş ve kayıt altına alınmıştır. Örneğin 1952 yılının Aralık ayında Londra’da normalin altında seyreden sıcaklıklar, buna bağlı olarak kömür kullanımındaki ve SO2 salımındaki artış, şehirde ölümcül bir sise sebep olmuştur.[1] Beş gün süren ve yaklaşık 12.000 kişinin hayatını kaybetmesiyle sonuçlanan bu ölümcül sis, tarihin en büyük çevre felaketlerinden biri olarak kabul edilmektedir.

Sanayi Devrimi ile birlikte başlayan çevre sorunları hiç şüphesiz hava kirliliğinden ibaret değildir. Biyoçeşitlilik kaybı başta olmak üzere, toprak ve suya karışan zehirli madde (kurşun, asit vb.) kaynaklı ölümler ve hastalıklar, nükleer santral kazaları, kömür ve doğal gaz yanıkları, su kirliliği, su kaynaklarının kuruması, elektronik atık çöplükleri ve elbette iklim değişikliğine bağlı olarak gelişen çeşitli atmosferik anomaliler bu süreçte gözlenen çevre sorunlarından bazılarıdır. Çevre sorunları, sanılanın aksine, sadece bilim ve teknikteki ilerlemelerin ve ona bağlı yansımaların değerlendirildiği bir teknolojik eleştiri alanının konusu değil, aynı zamanda etik ve felsefi sorgulamaların da öznesidir. Başka bir deyişle, çevresel sorunlara çözüm aranırken bilimsel ve teknik uzmanlıklara başvurulması ve bunlardan istifade edilmesi elbette gereklidir; ancak en az bunun kadar önemli olan bir diğer husus, insanın doğa ile ilişkisinin eleştirel bir yaklaşımla ele alınması ve bu ilişkideki ahlaki niteliğin/boyutun gözden geçirilmesidir. Söz konusu ahlaki ilişkilerin sistemli olarak incelenmesini esas alan, yeryüzündeki insan topluluklarının ve daha dar düzlemde bir birey olarak insanın kimlere ve nelere karşı sorumlu olduğunu tetkik eden, bu sorumlulukların kaynağını ve meşruiyet gerekçelerini göstermeye çalışan felsefi disipline “çevre etiği” denilmektedir.[2]

Günümüzde pek çok kişi, insanların doğal çevreyi kirletip yok etmesinin ve doğal kaynakların büyük bir kısmını tüketmesinin ahlaki açıdan yanlış olduğunu düşünmektedir. Eğer bu yanlışsa bunun nedeni sürdürülebilir bir çevrenin insan varlığı ve refahı için gerekli olması mıdır? Yoksa bu tür davranışlar, doğal çevrenin ve/veya onun çeşitli içeriklerinin kendi içinde belirli değerlere sahip olduğu ve bu değerler doğrultusunda korunması gerektiği için mi yanlıştır?[3]Çevre etiğinin sorguladığı tüm bu konular, küçük ölçekli ve belirli bir olay özelinde gerçekleşebildiği gibi, belli bir grup veya topluluğun karşılaştığı küresel sorunları da kapsayabilmektedir.

Çevre etiği üzerinde birçok farklı felsefi yaklaşım bulunmakla birlikte bu yaklaşımları,

  • İnsan Merkezli (Antroposentrik) Yaklaşım
  • Acı Merkezli Etik Yaklaşımı
  • Canlı Merkezci (Biosentrik) Yaklaşım
  • Çevre Merkezci (Ekosentrik) Yaklaşım
  • Gelecekçi (Fütüristik) Yaklaşım

şeklinde beş ana başlık altında toplamak mümkündür.

İnsan merkezli (antroposentrik) yaklaşım, insanın “doğanın efendisi” konumunda olduğunu ve insan dışındaki tüm varlıkların insana hizmet ettiğini ve yarar sağladığını savunmaktadır.[4] Antik Yunan düşünürlerinden Protagoras’ın “insan her şeyin ölçüsüdür” (ölçü-insan/homo-mensura) önermesine kadar dayandığı düşünülen insan merkezli yaklaşımın, özellikle teknolojinin gelişmesi ve ihtiyaçların çeşitlenmesi ile yaygınlaştığı görülmektedir.[5] Doğal kaynakların ve diğer canlı türlerinin insanlar tarafından sınırsız ve keyfi şekilde kullanılmasını meşru kılan bu yaklaşım, içinde bulunduğumuz küresel iklim krizi ve çevre felaketlerinin başlıca nedenlerinden biri olarak kabul edilmektedir.

Sınırlı canlı merkezcilik olarak da bilinen acı merkezli etik yaklaşımı; insan merkezli yaklaşımdan farklı olarak, acıyı hissedebilen varlıkların da çeşitli haklara sahip olduğunu belirterek bu varlıklara değer atfetmektedir.[6] Bu yaklaşım çerçevesinde, özellikle hayvanları korumaya yönelik haklar doğrultusunda, insanların hayvanların yaşam alanlarını sınırlandırmama ve onları acı verecek şekilde kullanmaktan kaçınma gibi sorumlulukları olduğu savunulmaktadır. Bu anlayış, acının tespiti ve ölçümündeki problemleri gündeme getirmesi ve hayvanlar arasında ayrıma (türcülük) yol açması nedeniyle sınırlı canlı merkezcilik olarak addedilmektedir. Söz konusu sınırlılığına rağmen acı merkezli etik yaklaşımı, insan merkezli düşünceden canlı merkezci düşünceye geçişte önemli bir yere sahiptir.

İnsan merkezli etik yaklaşımın aksine, canlı merkezci (biosentrik) etik yaklaşım; hayvan, bitki ve diğer tüm canlıların da insanlar gibi canlı olmalarından doğan içsel bir değere sahip olduğunu ve insanların bu canlılara karşı saygı duyma yükümlülükleri olduğunu savunmaktadır.[7] Bu yaklaşımın en büyük savunucularından olan Paul Taylor, “Doğaya Saygı” (Respect for Nature) kitabında canlı merkezci yaklaşıma dair detaylı bir çerçeve sunarak canlıların içsel değerini tanımayı ve kabul etmeyi “en yüksek ahlaki tavır” olarak nitelendirmektedir.[8] Bu tavrı benimsemek de doğal çevreye karşı ahlaken sorumlu şekilde davranmayı gerektirmektedir.

Kapsayıcılık açısından canlı merkezci etik yaklaşımın bir adım ilerisi olarak nitelendirilebilen çevre merkezci (ekosentrik) yaklaşım, yeryüzündeki canlı ve cansız tüm varlıkların birbiriyle bağlantılı olduğunu savunmakta, bu nedenle ekosistemi bütüncül olarak ele almakta ve ekosistemin her bir üyesine değer atfetmektedir.[9] Bu anlayış doğrultusunda, insan merkezli etik yaklaşımın sebep olduğu yıkıcı sonuçların ortadan kaldırılması amaçlanmaktadır. Çünkü kendini doğanın bir parçası olarak gören insanın, doğaya daha saygılı davranacağı ve doğanın korunması konusunda daha fazla çaba göstereceği düşünülmektedir. Çevre merkezci etik yaklaşımın en bilinen ve sistemli sunumu hiç şüphesiz Aldo Leopold’un “Bir Kum Yöresi Almanağı” (A Sand Country Almanac) kitabının temel denemesi olan “Yeryüzü Etiği” (The Land Ethic) tezidir. Leopold Yeryüzü Etiği’nde toprağı bir canlı olarak nitelendirmekte ve toprağı, dağları, havayı ve akarsuları uyum içerisindeki bir bütünün parçaları olarak ele almaktadır.[10] Bunun sonucunda, toprağa karşı faydacı tutum kınanmalı, insan merkezli görüşlerden uzaklaşılarak ekosistemlerin ve sistem üyelerinin hakları korunmalıdır.[11] Leopold böylelikle, insan egemen toplum anlayışından çıkılarak insanların diğer varlıklarla arasındaki görünen veya görünmeyen bağlar aracılığıyla birbirini gözettiği “ekolojik yurttaşlık” kavramını ortaya koymaktadır.

Çevre merkezci etik yaklaşımın ötesine geçen gelecekçi (fütüristik) yaklaşım, odağına gelecek kuşakları almakta olup sadece insan nesillerini değil canlı ve cansız tüm varlıkların devamlılığını sağlamayı savunmaktadır.[12] Gelecekçi yaklaşımın dayanak noktası ise mevcut kaynakların asıl sahibinin gelecek kuşaklar olduğu ve insanların bu kaynakları gelecek kuşaklardan ödünç aldığı fikridir. Bahse konu gerekçeden hareketle, şu an var olan kaynakların ve varlıkların gelecekte de varlığını sürdürmesi gerekliliğinin altı çizilmektedir. Bu şekilde bir sürdürülebilirliğin sağlanması da ancak mevcut kötü durumlardan ders çıkarılarak çevreye karşı olumsuz tutumların değişmesiyle mümkün olabilecektir.[13]

21. yüzyılda giderek artan çevre sorunlarıyla birlikte, insanın hem canlı hem de cansız varlıklarla ilişkilerinin yeniden sorgulanmasını sağlayan çevre etiği, sunduğu yeni ve farklı perspektiflerle bireye ve toplumlara çeşitli ahlaki sorumluluklar yüklemektedir. Çevre etiği ile sınırları çizilen bu sorumluluk çerçevesinin; ekolojik yıkımın durdurulması, ekosistemlerin korunması, daha sağlıklı, adaletli ve sürdürülebilir bir çevrenin oluşması için kıymetli bir yol haritası sunduğuna kuşku yoktur.

Kaynakça

1) Martinez, J. (t.y.) Great Smog of London. Şu adresten erişilebilir: https://www.britannica.com/event/Great-Smog-of-London. Son erişim tarihi: Ağustos 2024.

2) Des Jardins, J. R. (2006). Çevre Etiği: Çevre Felsefesine Giriş. Ankara, Türkiye: İmge Kitabevi

3) Brennan, A., & Lo, N. Y. S. (2021). Environmental Ethics. Şu adresten erişilebilir: https://plato.stanford.edu/entries/ethics-environmental/#IntChaEnvEth. Son erişim tarihi: Ağustos 2024.

4) Gülersoy, A. E. & Dursun, E. (2023). Çevre Etiği Yaklaşımları ve Akımları. İksad Yayınevi. Şu adresten erişilebilir: https://doi.org/10.5281/zenodo.8244775. Son erişim tarihi: Ağustos 2024.

5) Çilingir, L. (2022) Protagoras: Her Şeyin Ölçüsü İnsan. Felsefe Dünyası Dergisi. Şu adresten erişilebilir: https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/2687787. Son erişim tarihi: Ağustos 2024.

6) Kılıç, S. (2008). Çevre Etiği: Ortaya Çıkışı, Gelişimi ve Sonuçları. Ankara, Türkiye: Orion Kitabevi.

7) Gülersoy & Dursun, a.g.e.

8) Taylor, P. W. (1981). The Ethics of Respect for Nature. Şu adresten erişilebilir: https://rintintin.colorado.edu/~vancecd/phil308/Taylor.pdf. Son erişim tarihi: Ağustos 2024.

9) Gülersoy & Dursun, a.g.e.

10) Gülersoy & Dursun, a.g.e.

11) Akkoyunlu Ertan, K. (2015). Leopoldcü Düşünce ve Yeryüzü (Toprak) Etiği. Memleket Siyaset Yönetim (MSY). 10(23), 1-20.

12) Brennan, A. & Lo, N. Y. S. (2021). Environmental Ethics. Şu adresten erişilebilir: https://plato.stanford.edu/cgi-bin/encyclopedia/archinfo.cgi?entry=ethics-environmental. Son erişim tarihi: Ağustos 2024.

13) Des Jardins, a.g.e.

DİLAN PERKTAŞ

DİLAN PERKTAŞ