Escarus

COVID-19 Salgını Ve Biyoçeşitliliğin Korunması

Paylaşım TarihiMayıs 16, 2020

Doğa, içinde bulunduğumuz gezegen ve üzerinde yaşan insanların da dahil olduğu türler ile birlikte inanılmaz bir denge içinde kurgulanmıştır ve yüz yıllardır bu denge içinde yaşamaya devam etmektedir. Dünya üzerindeki 7,6 milyar insan, yaşayan tüm canlı türlerinin sadece %0,01’ni temsil ettiği halde, dünya üzerindeki vahşi hayvanların %83’ünün, bitkilerin ise %50’sinin yok olmasına sebep olmuştur.

İnsan kaynaklı doğa ve biyolojik çeşitlilik tahribatının gittikçe artması, içinde bulunduğumuz gezegeni her zamankinden daha çok tehdit etmektedir. Dünya Ekonomik Forumu’nda sunulan 2020 Küresel Risk Raporu’na göre, “biyolojik çeşitliliğin tahribatı” önümüzdeki on yılın en önemli üç tehdidinden biri olarak görülmektedir. Rapor, ayrıca, günümüzdeki biyolojik yok oluş hacminin son on milyon yılın ortalamasının onlarca, hatta yüzlerce kat daha fazlasına ulaştığını ve önlem alınmadığı takdirde insanların sağlıklı yaşamaları için gerekli gıda zincirinin çökmesine neden olacağı uyarısını paylaşmaktadır.
İnsan faaliyetleri biyolojik çeşitliliği beş temel şekilde tehlikeye sokmaktadır. Tehditlerin ilki, tarımsal ve endüstriyel arazi kullanımı olarak sayılmaktadır. Arazi kullanımdaki değişim sulak alanların %85’inden fazlasının kaybına, karasal alanların %75’inin değişmesine ve okyanus alanının%66’sının etkilenmesine yol açmıştır. İkinci güçlü tehdit; hasat, ağaçların kesilmesi, avcılık ve balıkçılık yoluyla bitki ve hayvanların azalmasıdır. Üçüncüsü, kontaminasyondur. Doğa, özellikle endüstriyel, tarımsal ve madencilikle ilgili faaliyetlerden kaynaklanan kirleticilerin, arıtılmamış ve biyobozunamayan atıkların deşarjı ile yok edilmektedir. Sadece denizlerdeki plastik kirliliği 1980 yılından bu yana on kat artmıştır. Biyoçeşitlilik kaybının dördüncü kritik tehdidi, yerli ve yöreye özgü olmayan türlerin ortaya çıkarak yerli türlerin %40’nın yok olmasına sebebiyet vermesidir. Beşinci olarak, iklim değişikliği doğa tahribatını daha da kötüleştirmektedir ve bu da doğanın iklim değişikliği karşısında dayanıklılığını azaltmaktadır. Tüm bunların dışında biyoçeşitlilik kaybına dolaylı olarak etki eden tehditler ise artan nüfus, ticaret, tüketim faaliyetleri ve kentleşmenin hızlı yayılımı olarak sayılabilmektedir.1
Biyoçeşitliliğin hangi sebeplerle tahribata uğradığını değerlendirdikten sonra, bu tahribatın insanlar ve iş dünyası üzerinde hangi riskleri taşıdığına bakmak uygun olacaktır. Söz konusu riskleri gıda güvensizliği, sağlık riskleri, iklim değişikliğinin hızlanması, ticaret riski, yerli halkın geçim kaynağının yok olması ve kültür riskleri olarak saymak mümkündür.
İklim değişikliği ve biyoçeşitlilik tahribatı riskleri adeta bir kısır döngü içerisindedir. Hem tehdit hem de sonuç olarak gerçekleşen ve insan yaşamını doğrudan etkileyen bu iki felaket, ne yazık ki, insan kaynaklı oluşmakla birlikte sonuçları itibariyle domino etkisi yaratan bir nitelik taşımaktadır. İklim değişikliğinin dünyadaki diğer türlerle ilişkimizi değiştirdiği ve bunun enfeksiyon riski açısından önemli olduğu belirtilmektedir. Aaron’a göre, gezegen ısınırken, karada ve denizde yaşayan çeşitli türler sıcağın artan etkisi sebebiyle kutuplara yönelmektedir. Bu da normalde temas etmemesi gereken pek çok türün birbiriyle temas etmesi anlamına gelmekte ve patojenlere yeni türlere yerleşmek için bir fırsat doğurmaktadır. Ayrıca ormansızlaşma, dünyadaki habitat kaybının en büyük nedeni olarak görülmektedir. Yaşam alanı kaybı da, hayvanları göç etmeye, yeni türlere temas etmeye ve dolayısıyla yeni patojenlerle tanışmaya zorlamaktadır.2 Bu tespit, dünyada yaşanan bulaşıcı hastalıkların büyük bir kısmının hayvanlardan insanlara geçtiği ve yayılma hızının kontrol edilmesinin zor olduğu gerçeklerini destekler niteliktedir.
Her ne kadar mevcut Covid-19 salgını sebebiyle yaşanan kısıtlamalar ve ekonomik daralma ekonomik faaliyetlerin durmasına sebep olsa da salgınla mücadele kapsamında evler, iş yerleri ve sağlık kuruluşlarında ilaç ve dezenfektan gibi kimyasalların kullanımının artması, alıcı ortamlara yapılan deşarjları önemli ölçüde değiştirmiştir. Bu durum, yeterli önlemler alınmadığı takdirde alıcı ortam kirliliğine ve özellikle suda yaşayan hayvan ve bitki türlerinin zarar görmesine sebep olmaktadır.
Yaşanan salgınla mücadele ve korunma süreci sosyal yaşamda birçok kısıtlamayı da beraberinde getirmiştir. Turizm sektörü durma noktasına gelmiş, birçok iş ve özel seyahat planları salgın sebebiyle iptal edilmiş ve özellikle Afrika’da bulunan yaban hayatı parkları kapanmıştır. Johan Robinson’a göre 2018’de yaban hayatı turizmi birçok ülkenin ekonomisinin büyümesine doğrudan 120,1 milyar dolarlık katkıda bulunmuştur. Dünyada biyoçeşitlilik bakımından zengin kabul edilen on yedi ülkenin on beşi dünyanın en az gelişmiş ülkeleri ya da gelişmekte olan ülkeleri arasındadır. Yaban hayatı turizminin salgın sebebiyle durması yine yaban hayatının korunması için sağlanan gelire önemli bir darbe vurmaktadır.3
Özetle, insan hayatının sağlıklı şekilde devam ettirilmesi ile yeryüzündeki biyoçeşitliliğin korunması bir denge içindedir ve bu dengenin bozulmasına meydan verilmemelidir. Bu gezegende yaşayan tüm canlılarla beraber aynı gemide olduğumuzun farkına varmalı ve biyoçeşitlilik tahribatının dünya üzerinde yaratacağı kelebek etkisinin evrenin her köşesine er ya da geç ulaşacağı bilincinde hareket etmeliyiz. Biyolojik çeşitlilik dayanıklılık ve sürdürülebilir bir dünya için anahtar görevi görmektedir. Unutmayalım ki ne ekersek onu biçiyoruz!
Dipnotlar:
1WEF, The Global Risks Report 2020, Insight Report, 15th Edition, 2020.
2 Harvard T.H. Chan School of Public Health; “Coronavirus, Climate Change, and the Environment: A Conversation on COVID-19 with Dr. Aaron Bernstein, Director of Harvard C-CHANGE”, 20.03.2020.
3Robinson, Johan; “As Wildlife Tourism Grounds to a Halt, Who Will Pay for the Conservation of Nature?”, Mongabay, 23.04.2020.
Ayşe Ece Sevin

Ayşe Ece Sevin