Paylaşım TarihiAğustos 24, 2020
İnsanoğlu dünyada var olduğundan beri doğa olaylarından, yırtıcı hayvanlardan, felaket ve afetlerden korunmak için doğa ile mücadele içinde olmuş, kendisi için güvenli yerler inşa etmiştir. İlk olarak mağaralarda yaşamaya başlayan insanlar, zaman içerisinde kerpiç evlere terfi etmiş, sonrasında yapı malzemelerinin gelişmesi ile bugün içerisinde yaşadığımız evlerin temelini oluşturan yapılar inşa etmiştir.
Teknolojinin gelişimi ve sanayileşme ile birlikte ikamet yerleri sadece korunma/barınma amacı taşıyan yerler olmaktan çıkmış, konforlu yaşama düzleminde bir sosyal statü göstergesi olarak görülmeye başlamıştır. Bu dönüşümün doğal bir sonucu olarak yeni binalar, dünya genelinde inşaat sektöründeki hammadde kullanımını artırmaktadır. Diğer yandan, binalarda ısıtma, soğutma, iklimlendirme, aydınlatma gibi temel ihtiyaçların karşılanması ve elektrikli ev aletlerinin elektrik talebine cevap verilebilmesi için modern enerji kaynaklarının tüketimi artmakta ve beraberinde emisyon salımı büyümektedir. Uluslararası Enerji Ajansı ve Birleşmiş Milletler Çevre Programı’nın hazırladığı çalışmaya göre, binaların içinde bulunduğu inşaat sektörü 2018 yılında enerji kullanımının %36’sından, emisyon salımının ise %39’undan sorumludur.1
Öte yandan, dünyada 20. yüzyılın sonlarından bu yana hava sıcaklıklarındaki değişiklikler, fırtınaların ve kuraklığın artışı, karbondioksit oranının yükselmesi, buzulların erimesi gibi olaylarla iklim değişikliği daha yakından hissedilmektedir. İklim değişikliği tehlikesine karşı mücadele etmeyi esas alan Paris Anlaşması, uzun vadede küresel sıcaklık artışının 2 °C’nin olabildiğince altında tutulması taahhüdünü içermektedir.
Küresel ısınma ve çevresel sorunların giderek ciddi boyutlara ulaştığı son yıllarda iklim değişikliğiyle mücadeleye, çevre kirliliğinin azaltılmasına, susuzluk ve doğal kaynakların hızla tüketilmesinin önlenmesine katkıda bulunmak amacıyla doğa dostu, ekolojik, konforlu, sürdürülebilir, enerji tüketimi ve sera gazı salımı az olan ve genelde yeşil bina olarak adlandırılan yapılar ortaya çıkmıştır. İklim değişikliğinin gittikçe daha derinden hissedilmesi, daha az kaynak tüketen, daha verimli, daha yaşanabilir yeşil binalara olan gereksinimi ön plana çıkarmaktadır. Yeşil binalar sadece enerji ve su tasarrufu sağlamakla kalmayıp bina sakinlerinin sağlığına ve konforuna da büyük önem vermektedir.
ABD Federal Çevre İdaresi yeşil binayı daha iyi konumlandırma, tasarım, inşa, operasyon, bakım ve yıkım faaliyetleri (tüm yaşam döngüsü) gerçekleştirmek amacıyla enerji, su ve kaynak verimliliğini artırma, insan sağlığı ve çevreye olumsuz etkileri azaltma odaklı bina olarak tanımlamaktadır. Farklı kurumların da benzer tanımları bulunmakta olup her biri yaşam döngüsü analizinden bahsetmektedir. Yaşam döngüsü analizi (Life Cycle Assessment, LCA), bir yatırımı, uzun vadeli proje ömrünü dikkate alarak ve çevresel, ekonomik ve sosyal açılardan değerlendirmektedir. LCA, yapı malzemelerini tüm yaşamları boyunca yol açtığı etkiler bakımından incelemekte; katı atığın oluşumunu, kullanımını ve ortadan kaldırılmasını, hava ve su kirliliği gibi bir malzemenin somutlaşmış enerjisini içeren bir dizi çevresel etkiyi dikkate almaktadır.2
Yeşil bina konusunda sürdürülebilir alanlar, su verimliliği, temiz enerji, çevre-dostu malzemeler ve kaynaklar, iç mekân kalitesi ve tasarımda yenilik başlıkları öne çıkmaktadır.3
Yeşil bina kriterinin en önemli unsurlarından birisi enerjinin verimli kullanılmasıdır. Bu amaçla yeşil binalarda;
- Bina duvarlarında izolasyon malzemelerinin kullanılması,
- Pencerenin konumu, boyutu ve cam seçimi ile doğal iklimlendirmenin ve pasif aydınlatmanın sağlanması, binaların ısıtma ve soğutma yüklerinin azaltılması,
- Yük analizi sonrasında uygun havalandırma sisteminin seçilmesi,
- Güneş panelleri ile elektrik ihtiyacının karşılanması gibi yenilenebilir enerji çözümlerinin projelere dahil edilmesi,
- Pasif ve mekanik yöntemlerle ısı depolanması ve geri kazanılan atık ısının sisteme beslenmesi,
- Doğal aydınlatma, dış gölgelikler ve çift cam cephe sistemlerinin uygun şekilde tasarlanması ile elektriksel aydınlatma ihtiyacının azaltılması,
- Sensörlü aydınlatmaların kullanılması
söz konusudur.
Diğer bir kriter sera gazı emisyonları ve iç ortam hava kalitesidir. Fosil yakıt kullanımından dolayı oluşan sera gazını azaltmak amacıyla binalarda yenilenebilir enerji kullanımına yönelmek gerekmektedir. Uygun doğal havalandırma ve iklimlendirme çalışmaları yaparak bina içerisinde yaşayan insanların sağlık durumunu etkileyen iç ortam kalitesini artıracak önlemler alınmalı ve iç ortam sık sık havalandırılmalıdır.2
Diğer önemli bir kriter su kullanımıdır. Yeşil binalarda su kullanımını azaltıp verimli hale getirmek için;
- Yağmur suyu toplama kanalları ile filtreden geçirilen suyun sulamada kullanılması,
- Gri su olarak adlandırılan duştan, lavabodan, küvetten ve mutfaktan gelen atık suların geri kazanım sistemi ile tuvalet rezervuarlarında ve temizlikte kullanılması,
- Damla sulama sisteminin kullanılması,
- Güneş kollektörü ile binaya sıcak su temini,
- Banyo, lavabo, mutfak ve rezervuarlarda ısı ve debi ayarlı armatürlerin kullanılması3 gibi uygulamalar yapılabilmektedir.
Dipnotlar:
1 UN Environment, International Energy Agency (2017). Towards a zero-emission, efficient, and resilient buildings and construction sector. Global Status Report 2017. 02.09.2020 tarihinde https://wedocs.unep.org/bitstream/handle/20.500.11822/30950/2019GSR.pdf?sequence=1&isAllowed=y adresinden alındı.
2 Howe, J. C. (2011). The Law of Green Buildings: Regulatory and Legal Issues in Design, Construction, Operations, and Financing. “Overview of Green Buildings” Bölümü. 25.09.2019 tarihinde https://sallan.org/pdf-docs/CHOWE_GreenBuildLaw.pdf adresinden alındı.
3 Geçer, E., Şentürk, İ. ve Büyükgüngör, H. (2019). Yeşil Bina Tasarımında Su ve Enerji Yönetimi Üzerine Uygulama Örneği, GÜFBED/GUSTIJ 9 (2): 332-343. 25.09.2019 tarihinde https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/692671 adresinden alındı.