Paylaşım TarihiKasım 3, 2022
Orman yangınları, sel felaketleri, kasırgalar, kum fırtınaları, kuraklık tehlikesi, su kıtlığı, biyoçeşitlilikteki kayıplar… Son dönemde tüm bu çevre felaketleri eskiye oranla çok daha sık meydana gelmekte ve çok daha yıkıcı sonuçlara yol açmaktadır. İnsanlık, eskiden sadece filmlerde görülen felaket senaryolarının gün geçtikçe birer birer gerçeğe dönüştüğüne tanık olmaktadır. İklim değişikliğinin uzun vadede gerçekleşmesi beklenen ve büyük dönüşümleri tetikleyeceği öngörülen korkunç etkilerini dinlemek bile yeterince can sıkıcıyken, şiddeti itibarıyla daha az sarsıcı ama aynı derecede sevimsiz öncü etkileri bugünden tecrübe etmek bambaşka bir sorun haline gelmektedir. İklim krizinin fiziksel etkilerini yakından gözlediğimiz bu dönemde acaba bunun psikolojimiz üzerindeki etkilerinin farkında mıyız?
İklim krizi ve neden olduğu çevresel sorunlar son zamanlarda günlük hayatımızın merkezine oturmuş durumdadır. İnsanlık olarak uzun zamandır zemin hazırladığımız, ancak kısa vadede etkilerini hissetmediğimiz için çözümü için harekete geçmekte geç kaldığımız bu sorun; bizleri her geçen gün daha da fazla etkilemeye başlamıştır. Söz konusu sorunun doğurduğu sonuçlara insanlar çeşitli şekillerde tepki verebilmektedir.1-2 Verilen çoğu tepkinin merkezinde ise endişe ve kaygının yer aldığı görülmektedir.2 Son dönemlerde, özellikle çocukların ve gençlerin çevresel sorunlar ve geleceğimizin tehdit altında olduğu korkusu nedeniyle çeşitli kaygı belirtilerine sahip olduklarına ilişkin haberlerin sayısı artış göstermiş durumdadır.3 Tam da bu noktada karşımıza çıkan eko-anksiyete terimi, iklim krizinin fiziksel sağlığımızın yanında mental sağlımızı da olumsuz etkilediğini ortaya koymaktadır. Amerikan Psikoloji Derneği (APA), eko-anksiyeteyi “iklim değişikliğinin geri dönüşü olmayan etkisini gözlemekten kaynaklanan kronik çevresel felaket korkusu ve bununla bağlantılı olarak kişinin kendisinin ve gelecek nesillerin geleceğine ilişkin duyduğu endişe” olarak tanımlamaktadır.4-5 Buna ek olarak, gezegenimizi etkileyen büyük çevre sorunlarının, içselleştirilmesi durumunda insanlarda değişen seviyelerde psikolojik sonuçlara sebep olabileceğinin de altını çizmektedir.5
Anksiyete, genellikle insan vücudunun algıladığı tehditlere karşı hayatta kalma içgüdüsü ile yanıt verdiği durumlarda ortaya çıkmaktadır. Çoğu zaman bu tehditlerin mantıksız korkulardan kaynaklandığı düşünülür, ancak iklim değişikliği, sonuç her ne kadar uzak gibi görünse de, gerçek bir tehdittir. Bu bağlamda, eko-anksiyeteyi tıpkı diğer kaygı türleri gibi işleyen bir vaka olarak değerlendirmek mümkündür.6
Eko-anksiyete henüz bir hastalık olarak kabul edilmese de, yaşadığımız iklim kriziyle ilgili git gide artan endişenin farklı psikolojik rahatsızlıklara yol açma riski son dönemde oldukça tartışılan bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır. İklim krizi konusunda duyduğumuz kaygı, özellikle de günlük rutinimizi etkilemeye başladığında farklı sorunları beraberinde getirmektedir. Yaygın olarak stres, uyku bozuklukları, aşırı sinirlilik ve gerginlik gibi semptomlarla kendini gösterebilen eko-anksiyete, daha ciddi seviyelerde ise boğulma hissine ve hatta depresyona bile neden olabilmektedir. Diğer yandan, herkesin eko-anksiyeteden eşit şekilde etkilenmediğini söylemek de mümkündür. Genellikle çevre konusunda bilinçli olan insanlar arasında daha yaygın görülen eko-anksiyete, çocuk sahibi olan kişilerde ise daha çok gezegenin durumunun gelecekte ne olacağına ilişkin hissedilen suçluluk duygusu olarak ortaya çıkmaktadır.5
Endişe düzeyleri her ne kadar değişkenlik gösterse de dünya nüfusunun önemli bir kısmı iklim krizi ve sonuçları söz konusu olduğunda çok endişeli olduklarını ifade etmektedir. Örneğin, 2019 yazında Birleşik Krallık’ta yürütülen bir kamuoyu yoklaması, katılımcıların %85’inin iklim değişikliği konusunda ”endişeli”, %52’lik kısmının ise “çok endişeli” olduğunu ortaya koymuştur. Diğer yandan, küresel ölçekte toplam 14 ülkede yapılan anketlerin sonucunda ise katılımcıların %71’inin küresel ısınmanın COVID-19 kadar ciddi bir kriz olduğunu düşündükleri belirtilmiştir.7
Eko-anksiyete görece yeni bir kavramdır ve tıp dergisi Lancet’in 2015 yılında iklim değişikliğinin insan refahı üzerindeki etkisi olarak tanımladığı “solastalji” terimi ile de yakından bağlantılıdır. Bir hastalık olarak kabul edilmeyen solastalji, Avustralyalı filozof Glenn Albrecht tarafından bulunmuştur ve bir toplulukta, bulundukları bölgedeki insan faaliyetleri veya doğal sürecin bir sonucu olarak gerçekleşen yıkıcı değişiklikler sebebiyle ortaya çıkan psikolojik bozuklukları ifade etmektedir. Bu nedenle solastalji, doğal bir felaketin sonuçlarına halihazırda maruz kalmış insanları etkilemektedir ve eko-anksiyeteden ayrıştığı nokta da budur.3-5
Peki, bizleri farklı kaygı ve endişelerle olumsuz yönde etkileyen eko-anksiyete ile nasıl başa çıkabiliriz? Bireysel ölçekte atacağımız ufak adımlar dahi, çevresel sorunların çözümüne katkı sağlamanın yanı sıra, iyi bir şey yapmanın verdiği huzur hissi ile birlikte psikolojik olarak daha iyi hissetmemize yardımcı olacaktır. Her türlü mücadelede düşmanı iyi tanımanın üstünlük sağlayacağı düşünüldüğünde, iklim değişikliği eğitiminin bu noktada büyük önem taşıdığını söylemek yanlış olmayacaktır. Bu bağlamda, önce kendimizin ve sonra başkalarının iklim değişikliğiyle ilgili farkındalığını artırmak, başlangıç için çok iyi bir adım olacaktır. İklim krizini ve sonuçlarını baskılamak yerine bu durumun gerçekliğini ve ciddiyetini kabul etmemiz de yine bu sorun ile doğru bir şekilde mücadele edebilmek için oldukça önemlidir. Aynı zamanda alışkanlıklarımızı gözden geçirerek iklim üzerindeki olumsuz etkimizi nasıl azaltabileceğimiz üzerine yoğunlaşmak da bizleri oldukça rahatlatacaktır. Eko-anksiyete ile başa çıkmanın bir diğer yolu ise, yakın çevremizde yer alanlar başta olmak üzere, çevresel sürdürülebilirlik ile ilgili gönüllü faaliyet ve organizasyonlara katılmaktır. Sahildeki çöplerin toplanması, ağaç dikme ve geri dönüşüm atölyeleri gibi etkinliklere katılmak, geleceğe yönelik endişelerimizin bir nebze olsun azalması için fayda sağlayacaktır.
Eko-anksiyete bağlamında belki de olumlu olarak söylenebilecek tek şey, nüfusun büyük bir bölümünde iklim sorunlarına ilişkin farkındalığın artmasına ve bu sayede gezegene karşı daha sorumlu davranma konusunda harekete geçilmesine neden olmasıdır. Duyulan bu endişe ve rahatsızlık, özellikle gençler arasında bir tür yeşil aktivizmin oluşmasına yol açmakta, dolayısıyla çevresel konulara ilişkin daha fazla çalışma yapılmasına imkân tanımaktadır.
İklim değişikliğiyle ilgili yaşanan kaygı konusunda harekete geçmek, tüm dünyada birçok insanın halihazırda karşı karşıya olduğu somut ve ciddi hasarlarla kıyaslandığında daha önemsiz ve daha az acil görünebilir; ancak yine de bu olumsuz duyguları bastırmak yerine fark etmek önemlidir. Farkındalık, her şeyden önce, değişimin anahtarıdır.
Dipnotlar:
1) Reser, J. P., Swim, J. K. (2011). Adapting to and coping with the threat and impacts of climate change. American Psychologist, 66, 277–289
2) Smith, N., & Leiserowitz, A. (2012). The rise of global warming skepticism: Exploring affective image associations in the United States over time. Risk Analysis, 32, 1021-1032
3) Panu, P. (2020). Anxiety and the ecological crisis: An analysis of eco-anxiety and climate anxiety. Sustainability, 12(19), 7836.
4) Arcanjo, M. (2019). Eco-anxiety: mental health impacts of environmental disasters and climate change. Washington DC: A Climate Institute Publication. Preuzeto, 6, 2019.
5) Eco-anxiety: the psychological aftermath of the climate crisis (2022) https://www.iberdrola.com/social-commitment/what-is-ecoanxiety#:~:text=The%20American%20Psychology%20Association%20(APA,and%20that%20of%20next%20generations%E2%80%9D.
6) Climate change taking a toll on your mental health? How to cope with eco-anxiety. (2022) https://www.healthline.com/health/eco-anxiety#is-it-normal
7) Verplanken, B., Marks, E., & Dobromir, A. I. (2020). On the nature of eco-anxiety: How constructive or unconstructive is habitual worry about global warming?. Journal of Environmental Psychology, 72, 101528.