Paylaşım TarihiEkim 2, 2018
Tarihin tozlu sayfalarından başımızı kaldırıp yakın geçmişe baktığımızda ise son yıllardaki gelişmelere paralel olarak dünya gündeminin başlıca konularından birisinin de göç ve göçmenler olduğunu açıkça görebiliyoruz. Suriye’de yaşanan iç savaş ortamında, bir Avrupa ülkesi nüfusu kadar insan yaşadığı yerden ayrıldı, yer değiştirdi. Ülkemiz ise en çok mülteci barındıran ülke olarak bu uluslararası insanlık sorununun çözümüne büyük katkı sağlıyor. Gerek medyaya düşen haberler gerekse istatistikler ile ortaya konulan rakamlar, tarihin tanık olduğu en ciddi insanlık krizlerinden birisinin yaşanmakta olduğunu gösteriyor.
İlkokul öğrencilerinin tarih ve zaman algısını oluşturabilmek için sınıf panolarına tarih şeritleri asılır ve önemli olaylar bu kronolojik akış üzerinde işaretlenir. Çok iyi hatırlıyorum, ilkokuldayken sınıf panomuza astığımız tarih şeridinde, ilk çağın bitip orta çağın başlangıcı olarak işaretlenen çizginin tam üzerinde, M.S. 350-800 yılları arasında Avrupa’ya yapılan şiddetli insan göçü olarak tanımlanan “Kavimler Göçü” yer alıyordu. Kadınların bebeklerini, erkeklerin ağır eşyalarını sırtlarına bağladığı, arka planda çadırların bulunduğu dramatik bir görsel konulmuştu bu çizginin üzerine. Şimdi düşündüğümde daha iyi fark ediyorum ki aslında ne çok şey anlatıyormuş bu tarih şeridi… Büyük göç hareketlerinin meydana geldiği coğrafyalarda siyasi, ekonomik ve sosyal etkilerin çok ciddi boyutlarda olabileceğini, imparatorlukların ikiye bölünebileceğini, bir çağın bitip diğerinin başlayabileceğini söylüyordu…
Tarihin tozlu sayfalarından başımızı kaldırıp yakın geçmişe baktığımızda ise son yıllardaki gelişmelere paralel olarak dünya gündeminin başlıca konularından birisinin de göç ve göçmenler olduğunu açıkça görebiliyoruz. Suriye’de yaşanan iç savaş ortamında, bir Avrupa ülkesi nüfusu kadar insan yaşadığı yerden ayrıldı, yer değiştirdi. Ülkemiz ise en çok mülteci barındıran ülke olarak bu uluslararası insanlık sorununun çözümüne büyük katkı sağlıyor. Gerek medyaya düşen haberler gerekse istatistikler ile ortaya konulan rakamlar, tarihin tanık olduğu en ciddi insanlık krizlerinden birisinin yaşanmakta olduğunu gösteriyor.
Rakamlardan bahsetmişken, göçün başladığı 2011’de Türkiye’ye gelen Suriyeli sayısı 14.237 iken, Eylül 2018 itibariyle Türkiye’de geçici koruma altında bulunan Suriyeli göçmen sayısı 3.564.919’a ulaşmış durumda. Yukarıda söylediğim gibi, neredeyse bazı ülkelerin nüfusu kadar insandan söz ediyoruz, bu çok ciddi bir rakam. Özellikle göçmenlerin yerleştiği bazı şehirlerin demografik yapısı açısından da rakamlar önemli sosyal kırılganlıkları akla getiriyor.
Öte yandan, Türkiye’de bulunan Suriyeliler arasında yapılan anket sonuçlarına bakarsanız, göçmenlerin çoğunluğu Türkiye sınırları içerisinde kalıcı olmaktan yana. Yerleşik Türkiye vatandaşları olarak bizler ise Suriyelileri hâlâ misafir olarak görüyoruz. Ancak bahsettiğim “ciddi” rakamlar, artık sürdürülebilir bir uyum sürecine girmemiz gerektiğine işaret ediyor.
Geldiğimiz noktada en çok önemsenmesi gereken konulardan birinin eğitim olduğu herkes tarafından kabul ediliyor. Sınırlarımızda bulunan Suriyelilerin demografisi incelendiğinde, göçmenlerin yarısından fazlasının bebekler ve eğitim çağındaki çocuklardan oluştuğunu görülüyor. Eğitim çağında olan bu çocukların çoğu okula gitmiyor. Gidenler ise anaokulu, 1., 2. ve 3. sınıflarda okullarına yüksek oranda devam etse de yaşları büyüdükçe devamlılıkları ciddi biçimde azalıyor. Bu çocukların Türkçe bilmeme, anlamama ve iletişim kuramama gibi nedenlerle okullardan ayrılıyor olmaları çok kuvvetli bir ihtimal. Zaman zaman öğretmen arkadaşlarımla yaptığım konuşmalarda sürecin doğrudan içinde olan kişiler olarak bu konuda hemfikir olduklarını görüyorum. Eğitimin sürekliliği için uyum ve psikolojik desteğin çok önemli olduğunu vurguluyorlar.
Savaş, yetişkinlere göre çocukları çok daha fazla etkiliyor. Hepimiz zaman zaman medyaya yansıyan birtakım görüntüleri gördük, hep birlikte içimiz titredi, bir şey yapamadık… Savaş travması yaşayan çocuklar akranları ile iletişim kurmakta zorlanıyor, oynamayı ve gülmeyi unutabiliyor, iştahını kaybedebiliyor ya da etrafıyla iletişimi kesebiliyor… Uyum sürecinden geçemeyen bu çocuklar doğal olarak okulda konsantrasyon sorunu çekebiliyor ve depresif olabiliyor, gelecek konusunda umutsuzluk hissedebiliyor ya da agresif tavırlar geliştirebiliyor. Eğitimlerine devam etmeyen, ağır travma geçirmiş bu çocukların önümüzdeki yıllarda yaşamları daha da zor olacak.
Göçmen çocukların ülkemizde kalacakları pek çok kaynakça öngörülüyor. Bu çerçeveden bakıldığında, artık kaçınılmaz olan uyum sürecinde çocukların özellikle okullaştırma sonrası eğitimlerine devam etmelerini desteklemek gerektiği çok açık. Bu çocukların yaşadıkları travmaları atlatmalarına yardımcı olmak üzere Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü, Emniyet Genel Müdürlüğü, Türk Kızılayı, Diyanet İşleri Başkanlığı ve Milli Eğitim Bakanlığı gibi kurumların geliştirdikleri düzenli ve örgütlü projeler, sürdürülebilir bir göç politikasının olmazsa olmaz öğeleri; yine de bütün bunlar, ancak yeterli ve sürekli kaynak sağlandığında kalıcı sonuçlar doğurabilecek.
Göç meselesini sürdürülebilir bir şekilde yönetmek, Türkiye’de bulunan göçmenler için daha iyi yaşam imkânları sağlamak, onların Türkiye’ye uyumunu sürekli kılmak ve yaşanan bu krize yönelik etkin çözümler bulmak için ulusal ve uluslararası çeşitli fonların ayrılmakta oluşu, geleceğe dair umutlarımızı besliyor. Söz konusu fonların sığınmacı çocukların eğitimine, iş becerilerinin geliştirilmesine ve elbette yaşadıkları travmaları azaltacak tedbirlere yöneltilmesi ise en büyük beklentimiz.