Paylaşım TarihiTemmuz 11, 2018
Her yıl Temmuz ayının 11’i Dünya Nüfus Günü olarak kutlanıyor. 29 yıldır kutlanan Dünya Nüfus Günü’nün ana amacı dünya kamuoyunun ilgisini nüfusla bağlantılı konulara çekmek. Bu anlamlı gün ilk kez Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı Yönetim Konseyi’nin, dünya nüfusunun 5 milyara ulaşması sebebiyle 11 Temmuz 1987’de düzenlediği etkinlikteki önerisi ile gündeme geldi. Her yıl ayrı bir tema ile kutlanan günün 2018’deki odağı aile planlaması, ana sloganı ise “Aile Planlaması İnsan Hakkıdır” olarak belirlendi. Bu yazıyla bu özel günü kutlamak ve konuya sürdürülebilirlik ekseninden bakmak istedik.
2018’in Teması Neden Aile Planlaması?
2018 yılı temasının aile planlaması olmasının çok özel bir sebebi var. 1968’de düzenlenen Uluslararası İnsan Hakları Konferansı, aile planlamasının ilk kez bir insan hakkı olarak gündeme getirildiği mecra oldu. Bu konferansta kabul edilen Tahran Bildirgesi, ebeveynlerin çocuk yapıp yapmayacaklarını, kaç çocuk yapacaklarını ve hangi aralıklarla yapacaklarını kendilerinin tayin etmelerinin temel bir insan hakkı olduğunun altını çizen ilk uluslararası belge oldu. Günümüzde çok doğal görünen ve aksi sorgulanmayan bir hak olmasına karşın bu hakkın geçmişinin yakın tarihe dayanması, insani gelişim ve kalkınma kazanımlarının nasıl geliştiğinin hatırlanması açısından çarpıcı bir örnek.
Günümüzde hâlâ milyonlarca kadının güvenli ve etkin aile planlaması metotlarına erişimi yok. Dünya Nüfus Günü’nün 2018 temasının odağında aile planlaması olmasının bir diğer sebebi de bu durum… Bu temel insan hakkından yoksun milyonlarca insanın varlığı, toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması gibi Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerinin (SKH) önünde büyük engel. Bu durum, aynı zamanda, yoksullukla mücadele gibi diğer SKH’lere ulaşılmasını da zorlaştırıyor.
Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri Açısından Aile Planlaması
Bugün yapılan bilimsel araştırmalar sayesinde nüfus dinamiklerinin bireysel tercihlerle ve doğru politikalarla etkin şekilde belirlenebildiğini biliyoruz. Bu politikaların temel insan haklarını ve özgürlüklerini güçlendirecek şekilde tasarlanması ise insani gelişim ve sürdürülebilir kalkınmanın sağlanmasının ön koşullarından sayılıyor. Araştırmalar, cinsel sağlık ve üreme sağlığı hakları tanınan, aile planlaması üzerine kapasite gelişim imkânı sağlanan çiftlerin dünyaya getirdikleri çocukların hayatta kalma ve refah içinde yaşama olasılığının daha yüksek olduğunu gösteriyor. Kadın ve bebek ölüm oranlarının düşmesi, bazı kritik bulaşıcı hastalıkların yayılmasının önüne geçilebilmesi, toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanabilmesi temelinde aile planlamasının bir insan hakkı olarak görülmesini ve bu konuda etkin çalışılmasını gerektiriyor. Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri arasında yer alan “Sağlıklı Bireyler” kapsamında, sağlıklı yaşamların güvence altına alınması ve her yaşta esenliğin desteklenmesi hedefleniyor. Hedefin alt başlıklarında (SKH 3.7) “2030’a kadar cinsel sağlık ve aile planlamasını da kapsayan üreme sağlığı hizmetlerine ve bu konuda bilgi ve eğitime evrensel erişimin sağlanması ve üreme sağlığının ulusal stratejilere ve programlara entegre edilmesi” ifadeleri yer alıyor.
Türkiye’deki Durum Nedir?
Escarus – TSKB Sürdürülebilirlik Danışmanlığı olarak T.C. Kalkınma Bakanlığı için yürüttüğümüz “Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri Kapsamında Türkiye’nin Mevcut Durum Analizi” projesi kapsamında yapılan değerlendirmelerde; Türkiye’nin başta anne ve bebek ölümleri ile bulaşıcı hastalıklar olmak üzere birçok hedefte küresel hedef ve ortalamaların oldukça ilerisinde olduğu, 2000-2016 arası dönemde yıllar itibarıyla gelişim değerlendirildiğinde Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın da etkisiyle neredeyse hedeflerle ilişkili tüm göstergelerde iyileşme sağlandığı görüldü. Bölgeler arası gelişim dengesinin sağlanması ve aile planlamasına yönelik gelişmiş politikalar konusunda önemli bir aşama kaydedilmekle birlikte, Türkiye’de cinsel sağlık ve üreme sağlığı konusundaki farkındalığı artırmaya yönelik ihtiyacın sürdüğü de anlaşıldı. Ayrıca, ilgili konuların mevcut müfredata entegrasyonu da hâlâ gelişim sağlanacak bir alan olarak ortaya çıktı.
Demografik Değişimlere Yanıt Verebilmek Neden Önemli?
İnsanoğlunun nüfusunun 1 milyara ulaşması binlerce yıl almasına karşın 2 milyara ulaşması sadece 200 yıl sürdü. Sonrasında artış daha da hız kazandı ve 1990’da 5,3 milyar olan dünya nüfusu, sadece 27 yıl içinde %43 artarak 2017’de 7,6 milyara ulaştı. Bu çarpıcı artış, büyük oranda, insani gelişim kapsamına giren her alandaki kazanımlar sayesinde üreme yaşına dek yaşamını devam ettirebilen insan sayısının, insan ömrünün ve yaşam kalitesinin artışından kaynaklanıyor. 1970’lerde doğurganlık oranı 4,5 iken bu oran 2015 yılında 2,5’e düşmüş durumda. Ortalama yaşam ömrü ise 90’lı yıllardaki 64,6’dan günümüzde 70,8’e yükseldi.
Demografik değişimler elbette homojen değil; her kıta, ülke, bölge ve yörenin zamanla değişen kendi dinamikleri var. Bu değişimler, ekonomik ve sosyal sistemlerin işleyişine ve seçimlerimize bağlı olarak gezegenin sınırlı kaynakları ve yaşam üzerinde geri dönüşü olmayabilecek zararlar verebiliyor. Bunların geri beslemesi, sosyal ve ekonomik sistemlerimiz üzerindeki olumsuz etkiler olabiliyor. İnsani gelişme, sürdürülebilir kalkınma, sürdürülebilir kentleşme, iklim değişikliği ile mücadele, afet risk azaltımı gibi uluslararası gündemler tüm bu sorulara insanoğlunun kolektif yanıtları ve eylem planları olarak özetlenebilir. Bugün yaklaşık %55’nin şehirlerde yaşadığı dünya nüfusunun 2050 yılında %66’sının şehirlerde yaşayacağı öngörülüyor. Sorunların daha karmaşıklaşması olası böyle bir geleceğe doğru ilerlerken, demografik değişimleri ve bununla bağlantılı sürdürülebilirlik darboğazlarını iyi değerlendirmek ve etkili çözümler üretmek önem taşıyor.