Paylaşım TarihiHaziran 11, 2020
Covid-19 krizi dünyanın küresel bir krize ne kadar hazırlıksız olduğunu çok acı bir şekilde gözler önüne sermiştir. İklim değişikliği, gelişimi Covid-19 kadar hızlı olmasa da etkisi çok daha ciddi sonuçlara yol açacak bir insanlık sorunudur ve bilim insanları tarafından yıllardır uyarılar yapılsa da etkili eylem konusunda maalesef yeterince mesafe alınamamıştır.
2015 yılında pek çok ülkenin imzaladığı Paris Anlaşması çerçevesinde iklim değişikliğinin yıkıcı etkilerinin engellenebilmesi için küresel ortalama sıcaklık artışının sanayi öncesi döneme göre en fazla 1,5°C olması hedeflenmiştir. Halihazırda bu 1,5°C’lik sınırın yaklaşık 1°C’lik kısmına ulaşılmış durumdadır.
Covid-19 salgını ile birlikte iklim değişikliği krizi ikinci plana atılmış gibi gözükse de, iklim değişikliğini tetikleyen karbon emisyonlarının hızlı bir şekilde önüne geçilmez ise Covid-19’a benzer salgın hastalıkların ortaya çıkışı da hızlanacaktır. Zira iklim değişikliği ile salgın hastalıklar arasında ciddi bir ilişki mevcuttur. Küresel sıcaklıklar arttıkça insanların ve salgın hastalıkların kaynağı olan vahşi hayvanların yaşam alanları birbirine karışmaya başlamaktadır. İklim değişikliğinin etkileri Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından oldukça yakından takip edilmektedir. Özellikle sıtma ve deng humması hastalıkları üzerinde yapılan araştırmalar, küresel sıcaklıklarda gerçekleşecek 2 ilâ 3 santigratlık (3°C) bir artışın sıtma kapma riski altındaki insan sayısını %3 ile %5 arasında artıracağını göstermektedir. Bu değerler, sıtma kapma riski bulunan insan sayısının birkaç yüz milyon olduğu anlamına gelmektedir. Böyle bir felâket ihtimalinin ortaya çıkması durumunda, halihazırda salgından etkilenen bölgelerdeki “salgın etkinlik süreleri” de artacaktır.1
Küresel iklim değişikliğinin en büyük yıkıcı etkilerinden biri de su kıtlıkları olacaktır. Günümüzde taze su açısından hassas olan bölgelerde yaşanmaya başlanmış olan bu problem, nüfus artışı ve özellikle gelişmekte olan ülkelerdeki ekonomik büyüme ihtiyacı sonucunda katlanarak büyümektedir. İlave olarak iklim değişikliğinin küresel çapta göçler üzerinde de ciddi etkileri olduğu bilinmektedir.2 Ekonomik büyüme, nüfus artışı, göçler ve kentleşmenin aşırı artışı ile hem salgın hastalıklar daha fazla görülebilecek, hem de su kıtlığı yüzünden hijyene ve sağlık hizmetlerine erişimde büyük sıkıntılar yaşanmaya başlanacaktır. Tüm bunlar, yalnızca toplum sağlığı perspektifinden bakıldığında bile, önüne geçilememesi durumunda iklim değişikliğinin insanlık için oldukça yıkıcı etkileri olabileceğini gayet açık biçimde gözler önüne sermektedir.
Covid-19 Salgınının İklim Değişikliği Üzerindeki Etkileri
Salgının küresel ekonomiyi durma noktasına getirdiği bu dönemde bile karbon emisyonları iklim değişikliği ile mücadele için istenen seviyeye düşürülebilmiş değildir. 2020 yılında sera gazı emisyonlarının %5’in üzerinde azalacağı öngörülmektedir, fakat bu değer Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) tarafından belirlenen 1,5°C’lik sıcaklık artışı sınırının altında kalabilmek için önümüzdeki 10 yıl boyunca her yıl ulaşılması gereken %7,6’lık azaltım değerinin oldukça altındadır.3 Yaklaşık 4 milyar insanın bir şekilde karantina altında olduğu günlerde bile sera gazı emisyonlarındaki düşüşün bu denli sınırlı kalmasının en büyük nedeni, fosil yakıtların küresel enerji arzında hâlâ çok önemli bir paya sahip olmasıdır.
Diğer yandan, salgın sonrası normalleşme döneminde atılacak agresif adımların iklim değişikliği üzerinde ciddi olumsuz etkiler yaratarak salgından korunma sürecinde yaşanan pozitif ivmeyi tersine çevirebileceği de ihtimaller arasındadır. Rob Jackson; Covid-19 krizi küresel karbon emisyonlarında geçici bir düşüşe yol açmış olsa da küresel ekonominin çökmesi durumunda daha az üretim yapılacağı için iklim faaliyetlerinin yavaşlayabileceğini, bunun sonucunda da şirketlerin çevre-dostu politikaları erteleyebileceklerini ve hatta iptal edebileceklerini ifade etmektedir.4
Şirketler ve ekonomiler; öngörülebilir risklerin başında gelen ve ekstrem hava olayları, çevre felâketleri, küresel göç hareketleri, su kıtlığı, tarımsal verimlilik düşüşleri vb. birçok riski beraberinde getiren iklim değişikliğine hazırlık anlamında da büyük ölçüde sınıfta kalmaktadır. İkim değişikliği kaynaklı çevresel etkiler arttıkça, iklim senaryolarını risk yönetimi süreçlerine entegre etmeyen şirketlerin orta ve uzun vadede sürdürülebilirlik ve rekabet sorunları yaşamaları kaçınılmazdır. Örneğin; üretim için taze su ihtiyacı yüksek olan ve uzun vadede su kıtlığı açısından yüksek riskli bölgelerde yer alan üretim tesisleri, hem kaynak kıtlığı açısından hem de sosyal tepkiler açısından sıkıntılar yaşayacaklardır.
İklim değişikliği krizi, Covid-19 salgınına benzer şekilde insanlık için yıkıcı etkileri olacak bir küresel kriz olarak gelişmektedir. Fakat iklim krizi Covid-19 krizinden farklı olarak ne kısa bir süre içinde çözülebilecek, ne de etkileri kısa bir dönem ile sınırlı kalacaktır. Beraberinde hem çevresel hem de sosyal bir sürü farklı krizi getirecek olan iklim değişikliği için küresel eylem ihtiyacı gün geçtikçe daha da önem kazanmaktadır.
İklim değişikliği ile mücadele kapsamında koordineli, ahenkli, tutarlı ve birbirini tamamlayan adımların henüz atılamamış olması, insanlığın durumun ciddiyetini yeterince iyi anlayamadığına işaret etmektedir. İnsanlığın esenliği, küresel ve ulusal düzeylerde ekonominin etkin işlemesi için iklim değişikliği ile mücadele alanında etkin politikaların hayata geçirilmesi ve ortaklaşa çabaların artırılması gerekmektedir. Bu salgınının, iklim değişikliği başta olmak üzere küresel krizlere yönelik risk yönetimi mekanizmalarının geliştirilmesinde uyarıcı bir rol oynayabileceği değerlendirilmektedir. Covid-19 krizinden çıkarılacak dersler, yeni küresel krizlerin tekrarlanmaması için önlemler almaya aracılık edebilecektir.