Paylaşım TarihiAğustos 3, 2021
1980’lerin başında küresel ısınma, 2000’li yıllarda ise iklim değişikliği olarak ifade edilen ve temelde sera gazlarının atmosferde olağan dışı artışının yol açtığı olumsuz durumu ifade eden sorun günümüzde yadsınamaz derecede belirginleşmiştir. Her ne kadar 1997 yılında Kyoto Protokolü ile başlayan süreçte iklim değişikliği ülkelerin, dolayısıyla iş dünyasının gündemine girmiş olsa da son zamanlarda dünyanın her yerinde artan ekstrem hava olayları, mevsimlerdeki değişiklikler, yangınlar, seller, kuraklıklar ve buzullardaki erime gibi olaylarla bu durum çok daha görünür hale gelmiştir. Kimilerinin hezeyan olarak tasvir ettiği, yok saydığı ya da şüpheyle yaklaştığı kavram da böylece ete kemiğe bürünmüştür.
Sürdürülebilirlik ve dolayısıyla iklim değişikliği kapsamında hassasiyet taşıyan, bu konuları strateji ve eylemlerine entegre eden şirketler geçtiğimiz son 20 yılda Küresel Raporlama Girişimi (Global Reporting Initiative – GRI), Karbon Saydamlık Projesi (Carbon Disclosure Project – CDP), Entegre Raporlama Çerçevesi (Integrated Reporting Framework – IR) vb. farklı raporlama platformları aracılığıyla raporlama yapmışlardır. Haziran 2017 tarihinde ilk versiyonu yayınlanan TCFD Tavsiyeleri ise, şirketlere stratejik anlamda farklı bir perspektif sunan yönüyle önemli ve yeni bir raporlama türüdür.
Nisan 2015 tarihinde G20 ülkelerinin maliye bakanları ve merkez bankası başkanları Finansal İstikrar Kurulu’ndan (Financial Stability Board – FSB) finans sektörünün iklim değişikliği risklerini nasıl göz önünde bulundurması gerektiğiyle ilgili öneriler getirmesini talep etmiştir. Bu kapsamda Finansal İstikrar Kurulu; yatırım, finansman ve sigortalama şirketlerinin iklim değişikliğiyle alakalı riskleri doğru bir şekilde analiz ederek karar mekanizmalarında kullanması gerekliliğini tespit etmiş ve bu amaçla Aralık 2015’te İklim Bağlantılı Finansal Beyanlar Görev Gücü (Taskforce on Climate-Related Financial Disclosures – TCFD) kurulmuştur. TCFD Haziran 2017 tarihinde ilke tavsiye raporunu yayınlamıştır.
TCFD, finansal ve reel sektördeki kurumları, ana akım finansal raporları içerisinde iklimle ilgili konularda 4 katman olarak ifade edilen “Yönetişim”, “Strateji”, “Risk Yönetimi”, “Metrik ve Hedefleri”ni raporlamaları doğrultusunda yönlendirmekte ve tavsiyelerde bulunmaktadır.
TCFD önerilerine göre yapılacak olan 4 katmanlı raporlarda üst yönetimin iklim riskleri konusundaki sahipleniciliği, bunun kurum stratejilerine yansıtılması, iklim risklerinin yönetiminin kurumun diğer uygulamalarıyla uyum içinde olması ve söz konusu risklerin izlenebilirliği hususları öne çıkmaktadır. Söz konusu 4 katman, finansal ve reel sektör için 11 destekleyici tavsiye (recommended disclosures) içermektedir:
TCFD, iklim değişikliği kaynaklı riskler için bir sınıflandırma sistemi sunmaktadır. Bu bağlamda riskler “Geçiş Riskleri” ve “Fiziksel Riskler” olarak ikiye ayrılmaktadır:
“Geçiş Riskleri” (Transition Risks) aşağıda sayılan riskleri kapsamaktadır:
- Avrupa Birliği Emisyon Ticaret Sistemi (European Union Emission Trading Scheme – EU ETS), Avrupa Birliği Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması (EU Carbon Border Adjustment Mechanism) türünden yasal düzenlemeleri içeren “politika/mevzuat riskleri”;
- Karbon yakalama/depolama, elektrik araçlar vb. emisyon azaltıcı ezber bozan gelişmelerin sebep olacağı “teknolojik riskler”;
- Müşteri beklentilerindeki değişiklikler dolayısıyla mevcut ürünlere olan talepteki azalış veya iklim dostu-sürdürülebilir ürünlerin tercih edilmesi ile “upstream-downstream” tedarik zincirlerindeki değişiklikler olarak ifade edilecek “piyasa riskleri”;
- Özellikle fosil yakıta bağımlı sektörlerin yaşaması muhtemel görülen ve kamuoyunda her geçen gün artan iklim değişikliği hassasiyetini içeren “itibar riskleri”.
“Fiziksel Riskler” ise anlık yaşanacak hortum, dolu, sel vb. hava olaylarını içeren “akut riskler” ve iklimde yaşanacak uzun vadeli değişikler sonucu oluşan uzun dönemli sıcaklık artışı, deniz seviyelerindeki yükselişi gibi olayları içeren “kronik riskler” olarak ikiye ayrılmaktadır.
TCFD, iklim değişikliğinin dünyamızı hangi vade ve süreçte etkileyeceği konusunu belirleyen faktörlerin ve aktörlerin çokluğu nedeniyle kurumların raporlamalarında senaryo analizi gerçekleştirmelerini beklemektedir. Senaryo analizi; şirketlerin belirlemiş oldukları risk ve fırsatların stratejilerine entegrasyonu, stratejilerinin dayanıklılığı (resilience) ve bu risk-fırsatların yönetimi konusunda önümüzdeki dönemlerde ne şekilde adım atacaklarını belirlemeleri için gereklidir. Senaryo analizi, Paris Anlaşması ile belirlenen sıcaklık artışının 2oC sınırlanması durumunda karşı karşıya kalınacak durum ile bu hedefin yakalanamaması ve daha yüksek sıcaklık artışlarının yaşanması durumunda; şirketlerin stratejilerini, operasyonlarını, ürünlerini, tedarik zincirlerini ve finansal varlıklarını nasıl koruyacaklarını kurgulamaları ve planlama yapmaları açısından kritik bir konu olarak ortaya çıkmaktadır.
Örnekler incelendiğinde, her ne kadar sektörler arasındaki farklılıklar olsa da şirketlerin TCFD ile uyumlu raporlamalarında Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (Intergovernmental Panel on Climate Change – IPCC) tarafından yayınlanan RCP 2.6, RCP 4.5, RCP 6.0 ve RCP 8.5 Konsantrasyon Senaryoları (Representative Concentration Pathway – RCP) ve Uluslararası Enerji Ajansı (International Energy Agency – IEA) tarafından yayınlanan 2°C ve 6°C senaryolarının kullanıldığı görülmektedir. Buna ek olarak belirli şirketler (Örn. BP, Equinor, Shell) kendi senaryo çalışmaları kapsamında raporlama çalışmalarını gerçekleştirmektedir.
Yukarıda belirtilen benzer raporlama standartlarına kıyasla daha yeni sayılabilecek TCFD’ye olan ilgi her geçen gün artmaktadır. 2020 yılında yayınlanan TCFD Durum Raporu’na göre 1.500’den fazla kuruluş TCFD’yi desteklemektedir. Dünyadaki en büyük 100 halka açık şirketin %60’ı TCFD’yi desteklemekte veya TCFD’nin önerileri ışığında raporlama yapmaktadır.
TCFD raporlaması her ne kadar finansal kurumların iklim değişikliği risklerini yönetebilmesi için farklı sektörlerdeki şirketlere tavsiye niteliği taşıyor olsa da raporlama yapan sektörlerde enerji ve yapı-inşaat malzemeleri sektörlerinin öne çıktığı görülmektedir. Bu sektörleri sigorta şirketleri, tarım-gıda-orman sektörü ve bankalar takip etmektedir.
Fiziksel ve geçiş riskleri perspektifinden iklim değişikliği, farklı sektörleri farklı şekilde etkilemektedir. Fiziksel risklerin daha çok otomotiv, petrol-doğal gaz, endüstriyel ürünler, maden-metalürji, ulaştırma sektörleri ile ve temel fiziksel kamu hizmetlerini (elektrik, su) etkilediği gözlenmektedir. Bu kapsamda fiziksel olarak tasvir edilen riskler; ürün ve hizmetlere olan talebin azalması, gelirlerdeki azalış, maliyetlerin yükselmesi, varlıklardaki değer kaybı, finansmana erişimde yaşanacak zorluklar, sermaye maliyetinin artması, iş modellerinde yaşanacak sıkıntılar, itibar ve yasal zorunluluklar olarak belirlenmektedir.
Geçiş riskleri ise tarım, ormancılık ürünleri, endüstriyel ürünler, maden-metalürji ve gayrimenkul sektörlerini daha çok etkilemektedir. Burada öne çıkan riskler varlık değerlerindeki değişimler, artan sermaye ve işletme maliyetleri, üretim kapasitesinde yaşanabilecek düşüşler veya üretimin durması, gelirlerdeki azalış ile sigortalama maliyetlerindeki artıştır.
Şu an ülkemizde yaşadığımız sel baskınları, orman yangınları, aşırı sıcaklar vb. ekstrem hava olaylarını, etkileri birikerek gelen iklim değişikliği ile ilişkilendirmek yanlış olmayacaktır. Söz konusu gelişmeler hem vatandaşlarımızın can ve mal güvenliğini hem de bir bütün olarak ülkemizdeki ekosistemlerin varlığını tehdit etmektedir. Söz konusu felâketler, buna paralel olarak farklı sektörlerde faaliyet gösteren şirketler için de bir tehlike arz etmektedir.
Şirketlerin TCFD tavsiyelerini de dikkate alarak mevcut durumlarını ve gelecek planlarını iklim değişikliği perspektifiyle değerlendirmesinin, stratejik bakış açısının genişlemesi ve öngörülemeyen etkilere karşı hazırlıklı olunması açısından çok değerli katkılar sağlayacağına şüphe yoktur.