Paylaşım TarihiMart 27, 2023
Son yıllarda çokça duyduğumuz, Türkiye ve Suriye’de büyük yıkıma neden olan Şubat 2023 depremlerinin ardından daha da sık karşılaştığımız “rezilyans” (resilience) kavramı çeşitli bağlamlarda ve birçok farklı boyutta ele alınır. “Rezilyans” hem yerleşim alanlarının yapısal dayanıklılığını açıklamak için kentsel boyutuyla, hem toplumların zorluklar karşısında toparlanma kabiliyetini ifade etmek için sosyal boyutuyla, hem de kişilerin psikolojik dirençliliğini tanımlamak için bireysel boyutuyla karşımıza çıkar. Bu kavram üzerine geliştirilen güncel fikirler, afet ve şok durumlarında yapılı çevre ile toplumun birbirini nasıl etkilediklerine odaklanır.1
Dilimizde “dirençlilik”, “dayanıklılık”, “elastikiyet” kelimeleri ile karşılık bulan bu kavram; temelde beklenmedik durumlar karşısında güçlüklerin üstesinden gelebilme kabiliyeti anlamına gelir. Her ne kadar “dirençlilik” ve “dayanıklılık” sözcükleri ile ifade ediliyor olsa da “elastikiyet” bu kavramı tanımlayan en doğru ifadedir. Dirençli ve dayanıklı olmanın önemi göz ardı edilemez ancak merkeze alınması gereken konu; toplumların zorlu durumlar karşısında elastikiyet performansları, bir diğer ifade ile esneklikleridir. Çünkü dirençlilik ve dayanıklılık, güçlükler karşısında sapasağlam hareketsiz kalabilme kabiliyetini gerektirir. Oysa sürekli değişen dış faktörler karşısında öylece devinimsiz kalmak mümkün değildir. Hele ki afetler ve olağanüstü durumlarda… İnsanların farklılaşan koşullar altında hızlıca karar alma, esnek hareket etme ve ivedilikle toparlanıp ayağa kalma kabiliyetine sahip olması beklenir. Doğada da böyledir. Devinim süreklidir ve çoğu değişim beklenmediktir. Darwin’e ait olduğu iddia edilen sözde olduğu gibi: “Ne en güçlü olan tür hayatta kalır ne de en zeki olan… Değişime en çok adapte olabilendir, hayatta kalan!”
Depremin sonrasındaki süreçte hepimiz yapı malzemelerinin özelliklerine az çok aşinalık kazandığımızdan bunlar üzerinden “elastikiyet”in önemine dair bir örnek vermek açıklayıcı olacaktır: Beton, basınca karşı çok iyi çalışan, oldukça “dayanıklı” bir malzemedir. Bu demek oluyor ki “rijit”, yani iç ve dış etkiler altında deformasyona uğramayan ve şekil değiştirmeyen bir inşaat malzemesidir. Fakat, yapıların ağırlığı ve rijitliği ne kadar artarsa deprem yüklerinden olumsuz etkilenme riski de aynı ölçüde artar. Çelik ise hafif, esnekliği yüksek bir malzemedir, yani kırılmama kabiliyetine sahiptir. Bu nedenle, deprem yükü gibi yatay yüklere karşı oldukça iyi performans gösterir.2 Ancak çelik de yangın direncinin düşük olması ve yüksek maliyet gibi dezavantajlar barındırır. Eksikliklerine rağmen beton ile çeliği birlikte kullanarak her ikisinin de zayıf yönlerini azaltmak mümkündür. İlk kez 1800’lü yıllarda, beton ile çelik birlikte kullanılarak betonarme bir bina Fransa’da inşa edilmiştir. Böylece iki malzemenin farklılıkları içinde bir dengeye ulaşılmıştır. Beton ve çelik “Yin Yang” malzemeler olarak tanımlanabilir, çünkü bu iki malzeme zıtlığın denge içerisinde bulunduğu bir durumu sembolize etmektedir. Bu örnekten bize iki ders çıkmaktadır. Birincisi, beton gibi şekil değiştirmeyen, devinimlere karşı hareketsiz, sabit ama “dayanıklı” olmak -çoğunlukla- bir avantaj değil dezavantajdır. Rijitlik, yani sağlamlık ile esnekliği harmanlamak şarttır. Bazen sabit kalmamak, elastik hareket edebilmek, bir kuvvet ya da basınç karşısında bükülme olsa dahi eski forma geri dönebilmek gerekir. İkinci ders ise, farklılıklar ve hatta zıtlıklar ancak bir araya geldiğinde güçlü olabilir ve sanılandan daha iyi sonuçlar doğurabilir.
Yukarıda, binaların dayanıklılığını tanımlamak için kullanılan rezilyans kavramının yapısal yönünü bir nebze ele almış olduk. Bir üst ölçekten bakılırsa, bina kümelerinden oluşan kentlerin ise gerek altyapılarıyla gerekse sağladıkları kamusal alanlarla afet durumlarına karşı “dayanıklı” olmaları beklenir. Kentlerin dayanıklılığı söz konusu olduğunda, kentin insan yaşamının devamlılığını sağlayabilmesi esastır. Sel baskını, aşırı yağış, kuraklık gibi iklim kaynaklı olan veya deprem gibi iklim kaynaklı olmayan her türlü afet karşısında, kentler insan yaşamını güvende tutacak ve mal kayıplarını azaltacak özelliklere sahip olmalıdır. Bu noktada, kentin bütününün fiziksel anlamda elastik davranması beklenemez elbette; ama önlenemeyen ve yıkıcı afetlerin ardından geçici/kalıcı yeni yerleşim alanlarının hızlıca tahsis edilebilmesi, toparlanabilme ve eski haline dönebilme kabiliyeti kentin elastikiyeti ile ilişkilidir.
Depremlerin yanı sıra, küresel ölçekte yaşanan iklim krizinin getirdiği beklenmedik hava olayları ile afetler insanların yaşamına ve güvenliğine büyük zararlar vermektedir. Bu zararlar, bazen beklenmedik hızda ani hava olaylarıyla (aşırı yağışlar, taşkınlar, şiddetli kasırgalar gibi), bazense kuraklık, su kıtlığı, buzulların erimesi, su seviyesinin yükselmesi gibi zamana yayılan olaylarla görece daha uzun vadede meydana gelmektedir. İklim krizi, hayati risk oluşturmadığında bile toplumsal güvenliğe zarar vermekte, tarımsal üretim gibi ekonomik faaliyetleri sekteye uğratmakta, gıda güvencesini riske atmaktadır. Bu nedenlerle yazının devamında, kavramın yapısal ve kentsel boyutlarının ötesinde sosyal bağlamda “toplumsal rezilyans” kavramına, yani toplumun afet durumlarında toparlanıp eski haline dönebilme kabiliyetine odaklanılacaktır. Toplumun sağ salim bir şekilde afetlerin sebep olduğu şok durumundan kurtulabilmesi ve eski yaşamına dönebilmesi için 3 yetkinliğe sahip olması beklenir.3
Birincisi, başa çıkma kapasitesidir. Bu kabiliyet, şok olayından hemen sonra mevcut esenlik/iyilik seviyesine geri dönebilme anlamına gelir. Yani, reaktif (tepkisel) olmayı gerektir, kısa bir zaman dilimi içinde zorluğun üstesinden gelebilme becerisidir. Başa çıkma kapasitesini güçlendirmek için ise, toplumun afet durumunda reaktif davranabilme ve hızlı hareket edebilme kabiliyeti kazanması gerekir. Örneğin, ani yağışla gelen taşkın anında kaçılacak yere çabucak karar vermek ve eyleme geçmek şarttır. Fakat afetler toplumun tamamını eşit biçimde etkilemez. Toplumun tüm kesimleri afet durumunda aynı hızla, aynı kapasiteyle yanıt veremez. Taşkın örneğinde, çocuklar, yaşlılar ve engelliler, yetişkinler ile aynı ölçüde kurtulma kabiliyetine sahip değildir. Hatta, afetlerin etkileri cinsiyetler arasında da eşit dağılmaz.4 -Çoğunlukla- kadınların “hayatta kalmak” için gerekli fiziksel gücü ve hareket kabiliyeti erkeklerle aynı seviyede olmayabilir. Örneğin, kadınların yüzme, hızlı koşma, tırmanma, atlama, ip atma ve çekme kapasiteleri ve deneyimleri erkeklere oranla daha az olabilir. Daha doğru ifade etmek gerekirse, bu kabiliyetleri küçük yaşlardan itibaren geliştirilmemiş olabilir. Kız çocuklarının doğa ile kurduğu ilişkinin güçlendirilmesi, risklere hazırlıklı hale getirilmesi, temel “hayatta kalma” becerilerini geliştirecek spor aktivitelerine yönlendirilmesi bu sebeple çok önemlidir. Başka bir açıdan bakılırsa, depremin ardından insanların ekonomik açıdan toparlanması çalışma hayatına geri dönmeleri ile mümkündür. Fakat, kadınların afet sonrasında üstlendikleri ölçüsüz sorumluluklar ve toplumsal cinsiyet rolleri nedeniyle ekonomik hayata dönmeleri erkeklere kıyasla daha zor olabilir.
İkincisi, adapte olabilme (uyum sağlayabilme) kapasitesidir. Bu noktada önemli olan geçmiş deneyimlerden ders çıkaran, aynı hataları tekrarlamayan ve önündeki muhtemel zorluklara kendini hazırlayan bir toplum olabilme kabiliyetidir. Bunu başarabilen toplumlar, gelecek için öngörülen risklere göre yaşamlarını yeniden düzenlerler. Bu kabiliyet, stratejik düşünmeyi ve uzun vadeli plan yapmayı, başka bir deyişle proaktif (önetkin) olmayı gerektirir. Bu kapasitenin gelişiminde karar alıcılar etkin rol üstlenmelidir.
Üçüncüsü ise, dönüşebilir olma kapasitesidir. Bu kapasite, insanların sosyo-politik arenada katılımcı olması, karar alma süreçlerine dahil olması ve kurumların (toplumsal rezilyansı artıracak şekilde) gerekirse yeniden inşa edilmesine ön ayak olması anlamına gelir. Bu kabiliyet, daha uzun vadede, sistematik risk yönetimini ve radikal değişiklikleri getirir. Toplumun değişime açık olması ve değişimi yönlendirebilme gücü, adaptasyon ve dönüşebilirlik kapasitelerini besler.
Sonuç itibarıyla, bir toplumun bu 3 kabiliyetinin (1-başa çıkma, 2-adapte olabilme ve 3-dönüşebilir olma kapasitesinin) geliştirilmesi, yapısal ve kentsel rezilyansın sağlanması kadar önemlidir. İdeal durum; binaların ve altyapıların dayanıklı, kentlerin dirençli, toplumların ise elastik olma kabiliyetinin bir arada olmasıdır. Tıpkı yapı malzemelerinde ve kent planlamasında olduğu gibi, toplumların da elastikiyet kapasitelerinin güçlendirilmesine ihtiyaç vardır. Elastik davranabilme kabiliyetine sahip bir sosyal düzende insanlar, afetin neden olduğu hasarı daha hızlı onarıp toparlanarak eski yaşamlarına geri dönebilir. Sadece afet durumlarında değil, toplumlar günlük hayatın içerisindeki her devinimde elastik davranabilme kabiliyetine sahip olmalıdır. Bir güçlük karşısında esneklik gösterip yeni duruma adapte olabilmek, toplumların zorlukları daha kolay aşmalarını ve hayata kaldıkları yerden devam etmelerini sağlar
Dipnotlar:
1) A. M. Aslam Saja, Melissa Teo, Ashantha Goonetilleke & Abdul M. Ziyath. (2021). A Critical Review of Social Resilience Properties and Pathways in Disaster Management. International Journal of Disaster Risk Science. Vol. 12, pp. 790–804.
2) TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası.
3) Markus Keck & Patrick Sakdapolrak. (2013). What Is Social Resilience? Lessons Learned and Ways Forward. Erdkunde. Vol.67. pp. 5-19.
4) TSKB Ekonomik Araştırmalar. (2023). Mor Kaldıraç Kadını Güçlendirmek İçin İklim Finansmanı.